27 Aralık 2016 Salı

AYKIRI MAHALLENİN BİLİŞİM EMEKÇİLERİ


Nasıl anlatabilirim bilişim dünyasındaki öykümü diye düşündüm. Önce renkli interaktif bir sunu tasarladım kafamda, sonra yalın bir metin olsun diye düşündüm; sade, net, gerçek ve naif bir metin olursa eğer, kadın ve bilişim ikilisini daha iyi anlatabilir belki, yan ürün olarak ta farklı bazı sorun alanlarını da betimleyebilir.

Benim öyküm yıllar öncesinde başladı, bilişim daha bir meslek bile değilken, adının bilişim olarak bilinmediği yıllarda, üniversitelerde bölümleri henüz açılmamışken, öğrenebileceğin bir okul ya da dershane hemen hiç yokken ve sana öğretebilecek kimse de yokken, pire berber deve tellal iken..

Hani şimdi bazen bir gazete veya mecmuada rastladığınız, geleceğin henüz adı bilinmeyen meslekleri var ya, işte tam da o bölümde yer alıyordu bugünün aşina dünyasında yaptıklarım. Ne detayları bilinebilirdi ne de günümüzde geldiği yer öngörülebilirdi.

Şöyle bir dünyaya doğduğunuzu düşünün: Henüz televizyon yok, şehirlerarası telefon görüşmeleri yazdırılıp sıraya girilerek yapılabiliyor, bilgisayar yok, mobil cihazın hayali bile yok, internetin hayalini anlatsanız anlaşılması mümkün değil, otomasyon kelimesinden anlaşılan fiziksel iş gücünü tanzim etmekten ibaret bir dünya...

1967 yılında babam, neredeyse bir maaşını vererek aldığı, ses kayıt edebilen iki makaralı teybi eve getiriyor ve benim sanırım bilişim hikayem de işte bu şeritleri düğüm olan ve sıklıkla zedelenen bu ses kayıt cihazına olan aşırı düşkünlüğümle başlıyor. Henüz 5 yaşının içindeyim ve mahalledeki kediyi bile evde köşeye sıkıştırıp sesini kaydetmeyi başarıyorum.

Bu yaşlardan itibaren devam eden hayatımda, mekanik ve teknolojik işleri bir şekilde başardığım düşünülüp her kriz anında imdat kolu vazifesi görmeye başlıyor; iş, okul ve aile çevresinde hep bu işlerin bir biçimde bana yönlendirilmesiyle, kendimi gittikçe bilişim dünyasının tam içinde buluyorum. Ben unvanları çok sevmem, halktan kopmanın ilk alameti unvanlardır diye düşünürüm, o nedenle bu aleme ait bence en güzel unvan “Bilişim Emekçisi” deyimidir. 

Bizim gibi sonradan bilimin ve dolayısıyla icadın peşine takılan ülkelerde bir “Bilişim Emekçisi” tabiri caizse her cihazı bilmek, her yazılımı bir bakışta derinlemesine anlamak, her yeni teknolojiyi anında öğrenip sindirmek, hatta geliştirmek zorundadır. Ben bu geliştirme kısmına “Self R&D” Türkçesi “Öz AR-GE” diyorum. Hepimizin kendine has kısa yolları, pratik çözümleri vardır. Diğer ülke bilişim emekçilerinden farklı olarak birbirimizle paylaşmayı da severiz bu yöntemleri, yazılım boyutunda ki paylaşımlarımız ise destan niteliğindedir.

Ee bize bilmediğimiz bir şey söyle diyeceksiniz. Olayım şu ki; daha ilk paragrafta belirttiğim gibi bu sektörde, o yıllarda ve sonrasında bir bayan olmak asıl konu.

Bayan, beyaz tenli, tombul, sektör emekçilerinin yaş ortalamasına göre ileri yaşlarda bir Bilişim Emekçisini iş görüşmesi için ziyarete gelenler eğer konu hakkında önceden bilgilendirilmemişlerse kibarca,
-       Biz şu konu hakkında görüşecektik bizi buraya yönlendirdiler ama…
Benzeri bir-iki ön cümle mırıldanma ihtiyacı duyar ve görüşecekleri kişinin ben olduğumu anlayınca da bir müddet kilitlendikleri bir dumur zamanına ihtiyaçları olur (Neyse ki son 10 yıldır durum böyle değil). İtiraf edeyim ki benim en zevk aldığım dakikalar tam da bu dumur olma zamanlarıdır...

Sırf sektöre özel yaşça büyük bir bayan olduğum için, bir benzetme yapacak olursam; doktora derecesine sahipken anaokulu sorusuna muhatap olmak gibi durumlarla sıklıkla karşılaşırım.

Yıllardır çalıştığın aynı iş yerinde bile bir üst düzey yönetici seni ilk köşede yakalayıp yeni kurulan Wi-Fi sistemiyle ilgili; “AP sayılarını kendince çok bulduğu için yeteri kadar araştırdınız mı belki bu kadar fazla alınmasa da olurdu” benzeri bir serzenişi çok bilen edasıyla size savurmakta tereddüt etmez. Sizin yeterliliğinizi sorgulamakta, yaptığınız, yönettiğiniz işleri derinlemesine irdelemekte tereddüt etmez. Tabii diyemiyorsun ki; bilmem kaç katlı integral çözüp kabuk alanları hesaplamış, senin kafanı  yakacak algoritmik kodlamalara 18’li yaşlardan itibaren bulaşmış birine şöyle bir soru soruyorsun aslında: Matematikte dört işlem vardır, sen hiç daha önce bölme işlemini görmüş müydün?..??.. AP sayıları yeterden fazla mı diye sorgulamak böyle bir soru işte, Wi-Fi sistemi kuranlar bu sayının nasıl detaylı incelemelerle hesaplandığını bilirler.

Biraz ülke karakteristiği ile de ilgili bu durum pek çok farklı sektörde karşılaştığımız benzer durumun doz aşımına uğramış bayan versiyonudur yalnızca. Bu kadim milletin bireyleri olarak özellikle güçlü bir mevki ya da konum elde etmişsek, hemen her konuda fikrimiz, derin analizimiz mevcuttur ve başkalarının akıl etmeyeceğinden neredeyse emin olduğumuz pek çok parlak düşüncemiz vardır. Diyarbakır’da kendilerine has şive ile bu sendrom için söylenmiş çok hoş bir deyiş vardır: “Biz bize heyran…”

Oysa aynı işyerinde majör hatalar yapan bir yönetici defalarca hata yapsa da erkekliğin şanından mıdır bilinmez her defasında bir şey olmadan yoluna devam eder (ya da yine güçlü bir insanın prensi ya da prensesi olması lazım) hatta senden fazla maaş verilir, senden çok takdir bile edilebilir. Bazen daha genç yaşlarda korkuluğa erkek kıyafeti giydirseler kadın yöneticiler arasında daha saygın bir kimliği olabilir diye düşündüğüm zamanlar olmuştu. Sonra önce kendimi bu düşünce biçiminden kurtarmam gerektiğini algıladım ve bu durumdan gocunmamayı öğrendim. Kadın çalışan baskın sektörlerden bazı arkadaşlarımla sohbet ettiğim ortamlarda (örneğin finans sektörünün %50’si kadın çalışandır) benimkine benzer sorunları özellikle üst makamlara aday olduklarında dile getirdiklerini gözlemledim. Kadın egemen ya da kadın-erkek çalışan eşit sektörlerde bile bir yere kadar kariyer basamaklarında eşitlik varken, çok daha üst kademelerde sırf bayan olduğu için eşit ya da az üstün konumda oldukları halde hep kadın oldukları için tercih edilmeme durumu ile baş etmeye çalıştıklarını anlatmaktaydılar.

Bu durumun sosyolojik bir derinliği de olmalı sanırım. Dünyaya bütün olarak baktığımızda kadının iş yaşamına katılması yalnızca son yüzyılın hikayesidir. İnsan yerine konulması, seçme ve seçilme hakkını elde etmesi vs. bunların hepsi son yüz yıllık hayatın içinde yer almış, ilk elli yılında oran son derece az iken, aslında son elli yılda kadınların çalışma hayatına katılım yüzdesi önemli oranda katlanarak artmıştır. Kadının çalışma hayatı içinde olması durumuna tüm erkek beyinler alışmaya çalışırken, aslında kadının kendisi de bir yandan bu duruma alışma sürecini hala beyninde, genlerinde tamamlamamış, olgunlaştıramamıştır.

Tarihi incelediğimizde 3-5 zorunlu kraliçe olma durumu dışında devlet yöneten hiç kadın olamamış, olduysa da istisnai durumlar olarak çok az sayıda kalmış, dinler ise doğal yapıları gereği kadını yalnızca annelik konusunda yüceltmiş, diğer her konuda aşağıda ve geri durumda telaffuz etmiştir. Hiçbir semavi din kadına bir mabet yöneticiliği görevi vermemiştir örneğin. Bir kadın ne haham ne papaz ne de imam olamaz, peygamber de olamaz. Tanrı’nın yol gösterici vahyine mazhar olacak kadar yüce bir varlık değildir, ama Hz. Meryem gibi zaman zaman kutsal kişiyi dünyaya getiren annelere veya kutsal kişi ile bir biçimde iletişimi/yakınlığı olan kadınlara bazı müjdeli haberler vahiy olarak iletilmiştir. Özetle kadın hep kenarından, köşesinden dağıtılan ulufe niteliğindeki övgü ve mertebeyle yetinmek durumunda kalmış, bu yetinme durumu fazilet olarak taçlandırılmış, nesillere öyle anlatılmıştır.

“Kadının insana en yakın canlı olma” durumundan çıkması öyle görünüyor ki daha nesillerce genetik kodlara işlenmesi gereken bir uygulama ve tecrübe birikimi gerektirmektedir. O kadar bekleyecek zamanımız sahip olduğumuz tek insan yaşamı için pek mümkün görünmüyor. Öyleyse yapılacak şey bence hayatı kendimize zehir etmeden, sosyolojik olarak değiştirilmesi yaşam uzunluğumuza göre çok yavaş olabilecek evrimsel bir süreç için fazla üzülmeden, hedeflerimizi tayin edip, kararlılıkla ve gocunmadan, bildiğimiz, inandığımız yolda yürümektir.

Bana bazen bayan bilişim emekçisi arkadaşlarım ne yapmalı, nasıl yapmalı gibi sorular yöneltiyorlar ve cinsiyet kaynaklı yaşadıkları sıkıntıları paylaşıyorlar. Diyorum ki; sektörde kimin yerinde olmak istiyorsanız onu gözlemleyin, bu idol kişinizin hangi cinsiyete sahip olduğu önemli değil, önce siz bu algıyı kendi benliğinizde yok etmez iseniz, önce siz cinsiyetinizden dolayı kendinize pozitif ya da negatif ayrımcılık yapılması konusunda adil ve nötr davranabilirseniz, başkaları da zaman içinde sizin cinsiyetinize aldırmamayı öğrenecektir. Bu idol kişinizin başarıya giden yolunu iyi irdeleyin ve olumlu yanlarını örnek alarak kendinizi geliştirin.

Bir kadın beyni yaşam boyu öğrenme konusuna çok yatkındır. Geleceğin bilge, sağlam ve güçlü meslek erbapları hiç kuşkusuz yaşam boyu öğrenme konusunda hevesleri hiç bitmeyecek insanlardan oluşacak. Fütürist Bilim İnsanları gelecekte insan ömrü uzadıkça; tek bir mesleki uzmanlığın yetmeyeceği, disiplinler arası ayrımların olmadığı bir eğitim yaşamında, hemen her mesleğin, merak eden ve emek veren her insan tarafından başarıyla icra edilebileceği bir dünyadan bahsediyorlar. Bu dünyada var olmanın olmazsa olmazı ise bilişim bilimini es geçmemeyi, içselleştirmeyi gerektiriyor. Kaçmadan yakalayabilmek, başkasının uydusu olmadan yönetebilmek bu yeni dünyanın olmazsa olmazı.

Bilişim Emekçisi bir bayan gördüğünüzde gülümsemeniz ve o bu işe talip olduğu için mutlu olmanız, aynı zamanda onu içtenlikle desteklemeniz dileği ile…

Fatma Candan ASAL
Mayıs 2016, İstanbul

22 Aralık 2016 Perşembe

LİDER'mi? YÖNETİCİ'mi? Yoksa LİDER YÖNETİCİ'mi?


"Ülkemizde ve dünyada içinde bulunduğumuz kaos ve mutsuzluğun nedenlerinden birisi de yönetim görevlerinde bulunan kişilerin, işgal ettikleri makamların görev ve sorumluluğuna haiz olmamaları, yönetici olarak kabul edilebilir asgari özelliklere sahip bulunmamalarıdır." Yönetim ve yöneticiliğe dair bu açıklamayı günümüzün çağdaş bilimsel verilerinin ışığında, kendimce yorumlamaya çalışacağım.  
Liderler sahip oldukları özellikleriyle başkalarını etkileyen, hedeflere dayalı vizyon ve misyon oluşturabilen kişilerdir. Yöneticiler ise; başkaları tarafından o pozisyona getirilmiş, belirlenmiş hedeflere dayalı olarak çaba gösteren, işleri planlayarak, uygulayan ve denetleyen kişilerdir. Yöneticilerin ödül ve cezaya dayalı yaptırım gücü vardır. 
(Kaynak: Sabuncuoğlu ve Güz, 1998: 81) 

Liderlik ise; anlaşılabilir, öğrenilebilir, gözlenebilir beceriler ve uygulamalardır. 
(Kaynak: Kauses, 1999: 40) 

Bu kavramlar arasında dikkat çeken en önemli fark liderin grup üyelerince izlenen kişi olmasıdır. Lider ve Yönetici Arasındaki Farklar şöyle özetlenebilir: 
- Lider değişimle ilgilenir, yönetici mevcut yapıyı korumakla ilgilenir; 
- Lider yönlendiricidir, yönetici ise yalnızca yöneticidir; 
- Lider konuşma metnini kendisi hazırlar, yönetici kendisi için yazılan konuşma metnini okur;
- Lider moral otoriteye dayanır, yönetici bürokratik otoriteye dayanır; 
- Lider ekibine mücadele ruhu aşılar, yönetici ise mevcut mutlu topluluğu korumaya çalışır; 
- Lider vizyon sahibidir, yöneticinin listesi ve bütçesi vardır; 
- Liderin paylaşılan amaca dayalı gücü vardır, yöneticinin gücü ödül ve cezaya dayalıdır;
- Lider güdüler, yönetici denetler; 
- Lider aydınlatır, yönetici ise eşgüdümler. 
(Kaynak: Erdoğan, 1991: 332)
Warren BANES (1994: 102-110) liderlik ve yöneticilik arasındaki farkları şöyle açıklamaktadır. Yöneticilik uygulamaya koymak, işleri yürütmek, yönetim sorumluluğunu üstlenmek demektir. Liderlik ise etkilemek, tutulacak yolu ve yönü seçmek, davranışları ve görüşleri yönlendirmektir. YÖNETİCİLER İŞLERİ DOĞRU YAPARLAR, LİDERLER İSE DOĞRU İŞLERİ YAPARLAR.

Zalesnik’e göre ise; (1997: 67) “Yöneticiler işlerin nasıl yapıldığı ile ilgilenirken, liderler işlerin insana ne ifade ettiği ile ilgilenirler. Liderler işlerinde heyecan yaratırlar.”

Yeni yönetim anlayışında liderlik gücü ve yeteneği taşıyan yöneticiler, yönetimde etkili ve başarılı sayılmaktadır. Günümüz yönetimlerinde “idarecilik” ve “yöneticilik” yerini;
“LİDER YÖNETİCİLİK” kavramına bırakmıştır. 
(Peker ve Aytürk, 2000: 47) 

Lider yöneticilik; öğrenilebilen, öğrenilmiş bilgi ve beceriyi de gerektiren, bilimsel, sanatsal boyutu olan bir meslektir. Lider yöneticilikte; 
- Bireysel akıl yerine, ortak akıl; 
- Birey yerine, ekip; emir yerine, koçluk; 
- Yöneticilik yerine liderlik; 
- Sonuç odaklılık yerine süreç odaklılık; 
- Çok çalışmak yerine akıllı çalışmak esastır. 
(Özer, 2008:5) 

Lider yöneticiler güçlü bir vizyona sahip olmalıdır. Bir lider yönetici geleceği görmeli, sahip olduğu vizyon ve değerleri değişim ve gelişmeyi kolaylaştırmak, örgütüne bir gelecek yaratmak için kullanmalıdır. Örgüt ne durumda olursa olsun, geleceğe odaklanmalı ve iyimserlik taşıyan olumlu, yaratıcı bir kültürü beslemelidir.
Kimler iyi bir "LİDER YÖNETİCİ" olabilir? Öz benliğini etüt etmiş, kendini eleştirme konusunda tereddüt duymayan, bilimsel referanslarla hareket eden, disiplinli çalışma prensiplerine sahip, sanatı yücelten/anlayan naif bakış açısına sahip  bir birey, ölçülü ve dengeli ruh yapısını tüm davranışlarına yansıtabilecektir. 

Kurumların Lider Yönetici seçerken eğitim ve birikimi, çok yönlülüğü, karakter vasıflarını, çalışma arkadaşları (özellikle daha altındaki pozisyonlarda çalışanlar)  tarafından ne kadar saygı gördüğü, güvenildiği vb. faktörlerin tarafsız bir gözle araştırmasında yarar var. 

Aksi görüşler olsa da bir kurum ya da örgütün LİDER YÖNETİCİ'sini kendi içinden yetiştirip çıkarması arzu edilen durumdur deyip yazıya noktayı koyalım..

Fatma Candan ASAL
2015, İstanbul

21 Aralık 2016 Çarşamba

FARKINDALIK üzerine Düşünceler..




“Farkındalık; yargısız bir şekilde, şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla, dikkatinizi toplayabilmektir” demiş, John Kabat-Zinn.. En temel haliyle farkındalık, şimdiki deneyimlerimizi kabul ederek, yargılamadan direkt temas kurma ile ilgilidir. Farkındalık, uyarıcıların değerlendirilmediği, sınıflandırılmadığı, analiz edilmediği bir bilinç hali diyebiliriz. Farkındalıkta anlık yaşanmışlıklara yaklaşım; açıklık, kabullenme, yansızlık gibi niteliklere sahiptir... Yargısız bir deneyime yönlenme durumu yani.. 

Kendi kendinize diyorsunuz ki "Deneyimin bilincindeyim, onu kabul ediyorum.. Düşünce ve duygularımı, reddetmiyorum, yargılamıyor, bastırmaya ya da onlardan kaçmaya çalışmıyorum. Olumlu ya da olumsuz bütün yaşanmışlıklarımı kabul ediyor ve serbest bırakıyorum.." 

“Şu anda ne yaşıyorum” sorusunu yanıtlamak için, kendi düşüncelerinizin, duygularınızın ve bedeninizin gözlemlenmesi yoluyla elde edilen zihinsel bir durum olarak ta farkındalık durumunu tarif edenler var. Böylece endişe, üzüntü, kaygı, öfke gibi olumsuz duygulara karşı tolerans kapasitesi de artmakta. 

Farkındalık konumuna ulaşmanın en önemli araçlarından birisi “Eleştiri” dir. Ancak eleştirinin, özellikle de kendini eleştirmenin kuralları ve bir disiplini vardır. Bir eleştiri kendinize ya da başkasına yönelik olumlu ya da olumsuz olabilir. Bu önemli değildir, her iki durumda da sonuç itibariyle yapıcı olması anlamlıdır.

Kendi sırlarını ve zayıf noktalarını bilen bir kişi artık ne istediğini ve nereye varmak niyetinde olduğunu bilir. Tümüyle hatasız ve tümüyle zihinsel takıntılarından arınmış olmadığını da bilir ve böylece daha iyiye ulaşmak için çabalamaya başlar. Kendini geliştirme yolculuğuna çıkar ve bu yolculuk asla bitmez. Buna olgunlaşma diyoruz. Olgun kişi eksiklerini bilir, bu eksiklikleri açık yüreklilikle tespit ve itiraf eder. Bununla yetinmez onları yenmeye, alt etmeye çalışır. 

Özgür bir ortamda kendini tamamlayarak adımlamak çok güzel bir duygudur.. “Başkalarını yenen kişi güçlü, kendini yenen kişi ise kahramandır” diyor Lao Tzo.. Bu kendini tamamlama yolculuğumuz ancak özgür ve sevgi dolu bir ortamda gerçekleşebilir. Korku ve baskı ortamında kendimizi tanımamız zor hatta imkansızdır. 

İçinde doğduğumuz toplum bize bazı düşünceleri dayatabilir ve nasıl bir kişi olmamız gerektiği konusunda bizi yönlendirmek isteyebilir. Sevilmemek endişesi ile kendimizi gizler ve hatta ne olduğumuzu kendimize bile itiraf edemeyiz. Bu yüzden hangi evde doğduğumuz, hangi çevrede, hangi koşullarda büyüdüğümüz çok önemlidir. Ebeveynlerimizin bize yaklaşımları, eskiden ve şimdi yaşadığımız evin bize hissettirdiği güven ya da korku duyusu bütün geleceğimizi şekillendirecek önemli bir argümandır. 

"Farkındalık" yeteneğimizi geliştirip artırdığımız sürece mutluluk haline daha yaklaşmış olacağız. Kendisiyle barışık insan, farkındalık konusunda kendini geliştirmiş insandır aynı zamanda. Sonuç olarak; kendini bilmek kadar güzel bir şey yoktur, kendini bilmeyenin başkasını bilme şansı da yoktur..

Fatma Candan ASAL
Mayıs 2016, İstanbul